Kripto paraların felsefi idealleri kovaladığı bu dönemde, asıl hedef kitlesi olan ‘yatırımcıların’ ihtiyaçlarının arka plana itildiği durumlar hâlâ sıkça yaşanıyor. Merkeziyetsiz finans (DeFi), gerçekten geleneksel finansın (TradFi) işlevsel bir alternatifi olmak istiyorsa, ideallerden çok *performansa* odaklanması gerektiği yönünde talepler giderek yükseliyor. Son dönemde dikkat çeken bir yaklaşım olan *minimum uygulanabilir merkeziyetsizlik (Minimum Viable Decentralization - MVD)*, sansüre dayanıklı ve stabil bir yapı sunarken aynı zamanda yatırımcı dostu bir altyapıyı öne çıkarma amacıyla gündeme geliyor.
DeFi, merkezi platformların zayıflıklarına yanıt verme felsefesiyle yola çıktı. İzin almadan kullanılabilir oluşu ve sansür direnci gibi özellikler bu alanın temel değerleri arasında yer alıyor. Ancak gerçek dünya şartları idealleri taşımakta zorlanıyor. Örneğin Ethereum(ETH) gibi büyük blokzincirlerde blok üretim süresi 12 ila 15 saniye arasında olup, yüksek frekanslı işlemler (HFT) için pratikte kullanılamaz hale geliyor. Öncü türev işlem platformlarından dYdX’in kendi zincirini geliştirmeye yönelmesinin bir nedeni de bu teknik sınırlamalar.
Buna ek olarak, *MEV (Maksimum Çıkarılabilir Değer)* sorunu da hayli ciddi. Blok üreticisinin işlemlere işlemci sırası dışında müdahale ederek fiyatları bozması, kullanıcı güvenini ve işlem kalitesini düşürüyor. Bu durum sadece teknik bir aksaklık değil aynı zamanda fiyat etkinliği ile işlem güvenilirliğini zedeliyor. Sonuç olarak, deneyimli yatırımcılar piyasanın dışına itilirken, idealist yapılar da bu altyapı sorunları nedeniyle kendi sınırlarını yaratmış oluyor.
Günümüz profesyonel yatırımcılarının beklentisi oldukça net: *milisaniye düzeyinde işlem hızı*, *yüksek işlem kararlılığı* ve *öngörülebilir onay süresi*. DeFi, TradFi ile gerçekten rekabet etmek istiyorsa, blok üretim süresi 100 milisaniyenin altında, işlem kesinliği 1 saniyenin içinde, MEV’e karşı tam koruma ve %99.999 sistem erişilebilirliği gibi standartlara ulaşmak zorunda. Şu ana kadar “regülasyonsuz finans” gibi sloganlarla ilerleyen merkeziyetsiz yaklaşım bu talepler karşısında yetersiz kalıyor.
Bu noktada önerilen çözüm ise MVD. Yani “ya tamamen merkeziyetsiz ya da hiç” tarzı yaklaşımdan uzaklaşıp, yönetişim değerlerinin korunacağı asgari merkeziyetsizlik düzeyinde hız ve verimliliği merkeze alan bir model. Sansür direnci ve güvenilir bir işlem ortamı sağlandığı sürece, hız ve işlem kalitesi gibi kullanıcı deneyimini doğrudan etkileyen etkenlere öncelik verilmesi öneriliyor. Gerçekten de birçok yeni nesil blokzinciri bu doğrultuda daha az sayıda doğrulayıcı, paralel işleme mekanizması ve hızlı sonuçlandırma sistemleriyle deneysel çözümler geliştiriyor.
Bu yaklaşım önem taşıyor; çünkü DeFi kullanıcı sayısı ve işlem hacmi hızla büyüyor. Özellikle türev ürünler segmenti büyük bir genişleme potansiyeli taşıyor. Tahminlere göre, DeFi türev piyasası 2031 yılına kadar toplamda 351 trilyon dolarlık bir işlem hacmine ulaşabilir ve bu segmentin yıllık ortalama büyüme oranı %138’i bulabilir. Hyperliquid ve Aevo gibi öncü platformlar şimdiden dikkat çeken başarılar gösterse de, L1 zincir sınırları ve rollup gecikmeleri gibi teknik engellerle karşı karşıya.
Bu engelleri aşmak için artık yalnızca idealizm yetmiyor. DeFi'nin bir sonraki aşamasında öz değil *kullanılabilirlik* ön planda olmalı. MVD, bu anlamda ideal ile uygulanabilirlik arasında köprü kuran ilk adım sayılıyor ve güvenilir, gerçekten işleyen bir finans sistemi kurulmasını sağlayabileceği için öne çıkıyor. Bu nedenle, DeFi ekosisteminin bundan sonraki evriminde *asgari merkeziyetsizlikle azami işlem verimliliği* sağlanmasına odaklanılması artık kaçınılmaz hale geliyor.
Yorum 0